Bundan tam 26 yıl önce, 17 Ağustos 1999 Salı sabahı saat 03:02’de Türkiye, tarihinin en yıkıcı doğal afetlerinden biriyle sarsıldı. Merkez üssü Kocaeli’nin Gölcük ilçesi olan 7,6 büyüklüğündeki deprem, sadece 45 saniye sürdü ancak geride on binlerce can kaybı, yüz binlerce yaralı ve evsiz insan ile enkaz yığınına dönmüş şehirler bıraktı.
Marmara Bölgesi’ni adeta bir savaş alanına çeviren deprem, başta Kocaeli, Sakarya, Yalova, İstanbul ve Düzce olmak üzere geniş bir coğrafyada hissedildi. Gece en derin uykularında yakalanan milyonlarca insan, ne olduğunu anlayamadan enkaz altında kaldı. O karanlık gecede yükselen çığlıklar, siren sesleri ve çaresizlik, yıllar geçse de hafızalardan silinmedi.
Resmi rakamlara göre depremde 18,373 kişi hayatını kaybetti, 48,901 kişi yaralandı ve 505 kişi kalıcı olarak engelli oldu. Ancak birçok sivil toplum kuruluşu ve görgü tanığı, gerçek can kaybının çok daha yüksek olduğunu dile getirdi. Deprem, sadece canları değil, aynı zamanda yuvaları da yuttu. Yaklaşık 100 bin konut ve 16 bin iş yeri yerle bir olurken, yüz binlerce bina ağır veya orta hasar gördü. Yüz binlerce insan bir anda evsiz kalarak, kendi şehirlerinde mülteci durumuna düştü.
Devlet ve Millet El Ele: Yaraları Sarma Mücadelesi
Depremin ilk şokunun atlatılmasının ardından, Türkiye ve dünya, benzeri görülmemiş bir yardım ve kurtarma seferberliğine tanıklık etti. Başta Nasuh Mahruki’nin kurduğu AKUT Arama Kurtarma Derneği olmak üzere sivil toplum kuruluşları, asker ve binlerce gönüllü vatandaş, enkaz altında kalan “sesimi duyan var mı?” çığlıklarına umut olmak için canla başla çalıştı. Dünyanın dört bir yanından gelen arama kurtarma ekipleri ve yardım malzemeleri, Türk halkının acısını bir nebze olsun dindirmeye çalıştı.
Ancak felaketin boyutları o kadar büyüktü ki, ilk günlerde organizasyon ve koordinasyon eksiklikleri yaşandı. İletişim hatlarının çökmesi, yolların hasar görmesi ve kamu kurumlarının hazırlıksız yakalanması, kurtarma çalışmalarını olumsuz etkiledi. Bu durum, Türkiye’de afet yönetimi ve acil durum müdahale planlarının ne kadar hayati olduğunu acı bir tecrübeyle gözler önüne serdi.
Yıkımın Ardındaki Gerçekler: İhmal ve Çürük Yapılar
Depremin bu denli yıkıcı olmasının en önemli nedenlerinden biri, yaygın yapı stoku sorunuydu. Mühendislik hizmeti almamış, denetimsiz, kalitesiz ve eksik malzemeyle inşa edilen binalar, on binlerce insana mezar oldu. “Deprem öldürmez, bina öldürür” gerçeği, 17 Ağustos’ta tüm çıplaklığıyla bir kez daha anlaşıldı.
Bu büyük felaket, Türkiye için bir milat oldu. Deprem sonrası, yapı denetim mekanizmaları ve inşaat yönetmelikleri köklü bir şekilde değiştirildi. Zorunlu Deprem Sigortası (DASK) uygulaması hayata geçirildi ve afet bilincini artırmaya yönelik çalışmalar hız kazandı. Ancak günümüzde de yaşanan büyük depremlerde alınan önlemlerin yeterli olmadığı Kahraman Maraş ve çevresini etkileyen büyük deprem ile gün yüzüne çıkmış oldu .
Unutmadık, Unutmayacağız…
17 Ağustos Depremi’nin üzerinden 26 yıl geçmesine rağmen, yaşanan acılar ve kayıplar ilk günkü tazeliğini koruyor. Her yıl depremin yıl dönümünde, hayatını kaybedenler anma törenleriyle yâd ediliyor, dualar ediliyor. Bu anmalar, sadece bir yası değil, aynı zamanda deprem gerçeğiyle yaşama zorunluluğunu ve alınması gereken dersleri de bir kez daha hatırlatıyor. 17 Ağustos, Türkiye’nin kolektif hafızasında derin bir yara ve asla unutulmayacak bir ders olarak kalmaya devam ediyor.