ANKARA –ISPARTAGUNCEL.COM Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın son dönemdeki açıklamaları, Ortadoğu’ya yönelik yeni bir projenin sinyallerini verirken, Türkiye kamuoyunda tartışmalara yol açtı. Barrack’ın “cetvelle çizilen sınırlar” ve Osmanlı’daki “millet sistemi” vurguları, mevcut jeopolitik denklemleri yeniden şekillendirme arayışının bir parçası olarak yorumlanıyor.
“Millet Sistemi” Tartışması ve Tarihsel Gerçekler
Büyükelçi Barrack, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki “millet sistemi”nin farklı grupların merkezi sistemde varlıklarını sürdürmelerine imkan tanıdığını iddia etse de, tarihsel kayıtlar bu iddiayı tam olarak desteklemiyor. Osmanlı’da “millet”, etnik kökenden ziyade dini toplulukları ifade eden bir terimdi ve 19. yüzyılda daha çok idari bir denetleme aracı olarak kullanılıyordu. Profesör İlber Ortaylı’nın da belirttiği gibi, millet sistemi, mezhepsel ayrılıkların öne çıktığı, farklı dini grupların kendi içlerinde örgütlendiği bir yapıydı. Ermenilerin dahi Katolik, Gregoryan ve Protestan kollarına ayrılması, bu sistemin homojen bir birliktelikten çok, kontrol mekanizması olarak işlediğini gösteriyor. Dolayısıyla Barrack’ın bu sistemi günümüz koşullarına bir model olarak sunması, tarihi bağlamından saptırma çabası olarak değerlendiriliyor.
Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap” Söylemi ve Milli Mücadele Gerçeği
ABD Büyükelçisi Barrack’ın çıkışlarıyla eş zamanlı olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın PKK’nın sembolik silah bırakma gösterisinin ardından yaptığı açıklamalar da dikkat çekti. Erdoğan’ın Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nı “Türk, Kürt, Arap ve daha nice Müslüman halkın ortak savaşı” olarak nitelemesi ve Arapları Milli Mücadele’nin temel unsuru olarak konumlandırması, tarihsel gerçeklerle çelişen bir söylem olarak algılandı.
Tarihi belgeler, I. Dünya Savaşı döneminde ve Milli Mücadele yıllarında Arap kabilelerinin önemli bir kısmının İngilizlerin kışkırtmasıyla Osmanlı Devleti’ne karşı isyan ettiğini ve hatta Türk ordularını arkadan vurduğunu açıkça gösteriyor. Yemen İsyanları, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in İngilizlerle işbirliği ve son Filistin Savaşı’nda yerel Arap unsurların Osmanlı ordusuna karşı tutumu, bu durumu kanıtlayan önemli örneklerdir. Falih Rıfkı Atay’ın “Zeytindağı” adlı eseri, Osmanlı askerinin Arap coğrafyasındaki fedakarlıklarını ve ihanetleri çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Milli Mücadele döneminde ise Anadolu’daki örgütlenmelerde veya düzenli orduda Arapların kayda değer bir katkısı olduğuna dair herhangi bir belge bulunmuyor. Bu durum, Erdoğan’ın “Türk-Kürt-Arap” ittifakı söyleminin, yeni bir siyasi projenin parçası olabileceği yorumlarını güçlendiriyor.
Karmaşık Bir Proje ve Belirsizlikler
“Terörsüz Türkiye” sloganı altında yürütülen süreçte, Abdullah Öcalan’ın “önderlik düzeyine terfi ettirilmesi” ve PKK’nın Suriye kolu PYD/SDG’ye ABD tarafından sağlanan destekler, projenin karmaşıklığını artırıyor. Silahlarını yakma gösterileri yapılırken, ABD tarafından PKK/SDG’ye verilen on binlerce silahın akıbeti belirsizliğini koruyor. ABD Senatosu’nun Suriye’deki SDG’ye yaklaşık 130 milyon dolarlık yardım kararı alması, “SDG güçlerine katılan PKK tehdidi nasıl ortadan kalkacak?” sorusunu daha da önemli hale getiriyor.
Tüm bu gelişmeler ışığında, “Bu nasıl bir projedir?” sorusu önem kazanırken, projenin temel ayrıntıları hala netlik kazanmış değil. Terörsüz Türkiye sloganı çerçevesinde hazırlanan yeni anayasa taslağının ne zaman kamuoyuna sunulacağı ve Türkiye’yi nereye götüreceği de tam olarak bilinmiyor.
Bu karmaşık tablo karşısında, bir Kuvayı Milliyeci, bir Cumhuriyetçi ve bir Atatürkçü’nün bu projeyi nasıl destekleyebileceği ise temel bir soru işareti olarak beliriyor. Türkiye’nin geleceğine dair bu kritik süreçte, tarihi gerçeklerden sapmadan, ulusal çıkarları gözeten bir duruş sergilenmesi elzem görünüyor.