Roger Michell’in yönettiği The Duke (2020), gerçek bir hikâyeden ilham alarak izleyiciyi 1960’ların İngiltere’sine götürüyor. Film, sosyal adaletsizlik ve bürokrasi eleştirisini, absürt komedi ile harmanlayarak hem eğlendiren hem de düşündüren bir yapım sunuyor Temel tezimi şöyle özetleyebilirim: The Duke, sıradan bir vatandaşın sistemle mücadelesini mizahın gölgesinde anlatırken, performanslar ve senaryo ile iz bırakıyor.
60 yaşındaki taksi şoförü Kempton Bunton (Jim Broadbent), hükümetin yaşlılara ücretsiz televizyon sağlaması talebiyle Londra’daki National Gallery’den Wellington Dükü’nün portresini çalar. Geri vermek için tek şartı, hükümetin bu sosyal adalet talebini kabul etmesidir. Gerçek bir olaya dayanan hikâye, Kempton’ın mahkemedeki savunması ve aile dinamikleriyle derinleşiyor
Film, “küçük adamın” sisteme karşı mücadelesini merkeze alıyor. Kempton’ın eylemi, sadece bir tablo çalma eylemi değil, aynı zamanda İngiltere’nin sınıf temelli toplumsal yapısına bir başkaldırı. Hükümetin yaşlılara karşı kayıtsızlığı, medyanın rolü ve bireysel aktivizmin sınırları gibi temalar, diyaloglar ve karakter davranışları üzerinden incelikle işleniyor. Örneğin, Kempton’ın mahkemede “Sanat halka ait olmalı” çıkışı, sanatın elitizmle ilişkisini sorgulatıyor.
Richard Bean ve Clive Coleman’ın senaryosu, trajikomik unsurları başarıyla dengeliyor. Kempton’ın sakar planları ve polislerle olan diyalogları, ciddi bir temanın ağırlığını hafifletirken izleyiciyi güldürüyor.
Jim Broadbent, Kempton rolünde naif bir idealizm ve inatçılık karışımını muhteşem yansıtıyor. Helen Mirren ise karısı Dorothy’nin iç çatışmalarını minimal jestlerle aktararak filmin duygusal derinliğini artırıyor.
1960’ların İngiltere’si, kostüm ve set tasarımıyla gerçekçi bir şekilde canlandırılmış. Pastel tonlar ve dönemin sokak görüntüleri, hikâyenin tarihsel bağlamını güçlendiriyor.
Film, bazı sahnelerde temposunu korumakta zorlanıyor. Özellikle mahkeme bölümlerinde diyalogların uzaması, gerilimin azalmasına neden oluyor. Ayrıca, Kempton’ın aile ilişkilerinin derinlemesine işlenmemiş olması, karakter gelişimini kısıtlıyor.
The Duke, izleyiciye “iyi niyetli bir suçlunun” hikâyesini anlatırken, toplumsal eleştiri ve mizahı dengeliyor. Gerçek olaylardan esinlenmesi, hikâyenin inandırıcılığını artırıyor. Özellikle Jim Broadbent’in performansı ve dönem atmosferiyle dikkat çeken film, sosyal adalet temasını işleyen izleyiciler için kaçırılmaması gereken bir yapım. Ancak, tempo sorunları ve bazı yüzeysel karakterler, filmin tam anlamıyla “unutulmaz” olmasını engelliyor.
ISPARTA GUNCEL-ISPARTA